Avrupalı araştırmacıların henüz hakem onayından geçmeyen makalesine göre, iki uzay aracı 3I/ATLAS’ın iyon kuyruğu içine girecek.
Güneş Sistemi’ne dışarıdan gelen gizemli gök cismi 3I/ATLAS, birkaç hafta içinde NASA’nın Europa Clipper ve Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA) Hera uzay araçlarının yakınından geçecek.
Bilim insanları, 25 Ekim-6 Kasım 2025 tarihleri arasında gerçekleşmesi beklenen bu karşılaşmanın, insanlık tarihindeki ilk "yıldızlararası kuyruklu yıldız iyon kuyruğu gözlemi" olabileceğini söylüyor.
Avrupalı araştırmacıların henüz hakem onayından geçmeyen makalesine göre, iki uzay aracı 3I/ATLAS’ın iyon kuyruğu içine girecek. Bu durum, Güneş Sistemi dışından gelen bir cismin iyon kuyruğundaki parçacıkları doğrudan inceleme fırsatı sunacak.
İyon kuyruğu, kuyruklu yıldızın çekirdeğinden kopup milyonlarca kilometre uzağa kadar uzanan yüklü parçacıklardan oluşuyor. Bu tür kuyruklarla karşılaşmalar son derece nadir ve değerli, çünkü bilim insanlarına Güneş Sistemi’nin ötesinden gelen ham materyali doğrudan analiz etme imkanı veriyor.
Bu hesaplamalar, araştırmacıların geliştirdiği Tailcatcher adlı programla yapıldı. Yazılım, Güneş rüzgârı yönünü ve hızını dikkate alarak bir uzay aracının iyon kuyruğuna en yakın geçiş noktasını hesaplıyor.
3I/ATLAS için hesaplanan en yakın mesafe ise yaklaşık 8 milyon km. Bilim insanları, Europa Clipper tüm iyon bileşenlerini ölçemese de, kuyruklu yıldızın iyon kuyruğunun yapısını ve bileşimini anlamada önemli veriler sağlayabileceğini belirtiyor.
Bu arada Güneş Sistemi’nden hızla geçmekte olan yıldızlararası nesne 3I/ATLAS, gökbilimcileri büyülemeye devam ediyor. İlk olarak Temmuz 2025’te keşfedilen ve bir şehir büyüklüğünde olduğu tahmin edilen bu nesne, hem bilimsel hem de spekülatif çevrelerde büyük yankı uyandırdı. Çoğu bilim insanı onu doğal bir kuyruklu yıldız olarak değerlendirirken, Harvard Üniversitesi’nden astrofizikçi Dr. Avi Loeb, 3I/ATLAS’ın “yabancı bir teknoloji” ürünü olabileceğini öne sürüyor.
Loeb’in kısa süre önce verdiği bir röportajda esprili bir dille 29 Ekim tarihine işaret etmesi sosyal medyada ve basında spekülasyonlara neden oldu.
Hawaii’deki Keck II Teleskobu ile yapılan son gözlemler, 3I/ATLAS’ın Güneş yönünde uzanan bir “anti-kuyruk” sergilediğini ortaya koydu. Harvard’lı gökbilimci Avi Loeb, geçtiğimiz hafta yayınladığı blog yazısında, bu fenomenin “alışılmışın dışında bir yönelim gösterdiğini” savunuyor.
Henüz hakem değerlendirmesinden geçmemiş bir çalışmada, araştırmacılar Keck verilerini kullanarak, nesnenin siyanür ve nikel gazı salımı yaptığını doğruladı. Bu gazların hem Güneş’e doğru hem de aksi yönde püskürtülmesi, “anti-kuyruk” olgusunun açık bir kanıtı olarak değerlendirildi.
Loeb’e göre en şaşırtıcı olan, 3I/ATLAS’ın beyaz ışık görüntülerinde klasik bir kuyruklu yıldız kuyruğunun izine rastlanmamasıydı. Normalde Güneş’ten gelen ışık basıncıyla toz parçacıkları geriye doğru itilip parlak bir kuyruk oluşturur. Ancak bu nesnede durum farklı görünüyor.
Diğer bilim insanları ise bu tuhaf görünümün doğal süreçlerle açıklanabileceğini belirtiyor. Dünya’nın uzaydaki konumu nedeniyle, bir kuyruklu yıldızın geniş kuyruğunun optik bir illüzyon yaratabileceği, ya da Güneş rüzgârının itiş gücüne direnebilen büyük toz tanelerinin Güneş yönünde bir uzantı oluşturabileceği düşünülüyor.
Kaliforniya Üniversitesi’nden gezegen bilimci Michael Busch, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Dönen bir kuyruklu yıldız çekirdeğinden çıkan büyük parçacıklar, yörünge boyunca hem önünde hem de arkasında birikerek bu görünümü oluşturabilir” diyor.
Ancak bu olağandışı davranışlar nedeniyle Uluslararası Asteroit Uyarı Ağı (IAWN), 3I/ATLAS’ı özel inceleme listesine aldı. Bu, ağın tarihinde ilk kez bir yıldızlararası nesnenin “potansiyel tehdit değerlendirme” kampanyasına dahil edilmesi anlamına geliyor.
IAWN, dünya genelindeki teleskoplar ve gözlemevleriyle iş birliği yaparak Dünya’ya yakın nesneleri izliyor ve olası çarpışma risklerini değerlendiriyor.
Yetkililer, 3I/ATLAS’ın yörüngesini tahmin etmenin “benzersiz zorluklar” içerdiğini belirterek nesneyi "Comet Astrometry Campaign" adlı özel izleme programına ekledi.
IAWN, 27 Kasım 2025-27 Ocak 2026 tarihleri arasında küresel bir gözlem ve eğitim tatbikatı başlatacak.
Bu süreçte dünya çapındaki teleskoplar ve takip sistemleri 3I/ATLAS’a odaklanarak, bu yıldızlararası ziyaretçinin gökyüzündeki tam konumunu belirlemeye çalışacak.
Bazı bilim insanları, bilincin sadece beynimizdeki nöronların elektriksel olarak ateşlenmesinden ibaret olmadığını, aksine beyindeki dalga etkileşimleriyle oluşan bir enerji harmonisi olabileceğini öne sürüyor.
Nevada Üniversitesi’nden fizik profesörü Michael Pravica, insanları yalnızca parçacıklar olarak değil, beyin dalgalarının çarpışıp örtüşmesiyle oluşan karmaşık hologramlar olarak tanımlıyor.
Bu yaklaşım, parçacıkların aynı zamanda dalga gibi davranabileceğini ifade eden de Broglie dalgası kavramına dayanıyor ve bilincin dalgaların etkileşimiyle ortaya çıkabileceğini öne sürüyor. Pravica’ya göre, bedenimiz sürekli kızılötesi enerji yayarken, her parçacık da Broglie dalgası ile titreşiyor; bu birleşim, bilinci uzay-zamanın ötesine yayılabilen bir dalga deseni olarak yorumlamayı mümkün kılıyor. Bu, insanların başkalarıyla ve belki de geçmişte ölmüş kişilerle kuantum düzeyinde bağlantı kurabileceği fikrini gündeme getiriyor.
Bağımsız araştırmacı Michael Arnold Bruna ise “Komplekslik İndeksi” adını verdiği bir ölçümle, beyin dalgalarının karmaşıklığını, kararlılığını ve koordinasyonunu değerlendiriyor. Bruna’nın simülasyonlarında, belirli dalga girişim desenlerinin bilinçli deneyimle uyumlu olabilecek kararlı rezonanslar oluşturduğu gözlemleniyor. Uzmanlar, nöronlar ve dalgaların birbirini tamamladığını, nöronların ham sinyalleri sağlarken, dalgaların bu sinyalleri beyin genelinde senkronize ederek bilinçli deneyimi ortaya çıkardığını belirtiyor. Bu yaklaşım, bilincin sadece biyolojik bir mekanizma değil, aynı zamanda dalga ve rezonans temelli bir hologram olarak da anlaşılabileceğini gösteriyor.
Yeni bir deney, spor salonlarında zamanın daha yavaş algılandığını gösteriyor.
Çoğu insan spor salonlarında zamanın daha yavaş aktığını hissediyor. Bilim insanları bu hissiyatın gizemini araştırdı.
Üstelik yeni çalışmaya göre bunun sebebi antrenmanın sıkıcı olması değil. Araştırma, egzersiz sırasında insanların zamanı olduğundan daha uzun algıladığını gösteriyor. "ZAMAN GEÇMİYOR"
Deneyde katılımcılara sabit bisiklet üzerinde egzersiz yaptırıldı ve ardından 30 saniyelik süreleri tahmin etmeleri istendi. Sonuçlar, katılımcıların süreyi ortalama yüzde 8 ila 9 daha kısa tahmin ettiklerini gösterdi. Bu da onların gözünde zamanın yavaş aktığı anlamına geliyor.
Araştırmanın asıl amacı sadece “zaman geçmiyor” şakasını doğrulamak değil; egzersiz sırasında beynin ve vücudun zamanı nasıl algıladığını anlamaktı. Çünkü egzersiz anında vücutta çok sayıda fizyolojik ve psikolojik değişim meydana geliyor.
33 katılımcıyla yapılan çalışmada, herkes 4000 metrelik bir sabit bisiklet parkurunu üç farklı şekilde tamamladı:
- Tek başına (deneme sürüşü gibi),
- Sanal bir rakibe karşı (oyunlardaki “hayalet rakip” benzeri),
- Gerçek rekabet ortamında (rakibi yenmeye çalışarak).
Katılımcılardan egzersiz öncesi, 500 metre, bin 500 metre, 2 bin 500 metre ve egzersiz sonrası olmak üzere beş farklı noktada 30 saniyelik süreleri tahmin etmeleri istendi.
Sonuçlar ilginçti: Zaman algısı yarışın türüne veya fiziksel efora göre değişmedi. Yani bir rakiple yarışmak, zamanı daha hızlı akıyor gibi hissettirmedi. Katılımcılar ne kadar çok efor sarf etse de zaman aynı “yavaşlıkta” geçti.
Araştırmacılar, küçük bir örneklemle (33 kişi) yapılmış olsa da bu bulguların “egzersiz sırasında zaman algısı” üzerine yapılmış önceki çalışmalardan farklı olduğunu belirtiyor. Çalışma, hakemli bilim dergisi Brain and Behavior’da yayımlandı.
Araştırmacılar, bulguların özellikle spor psikolojisi açısından önemli olduğunu söylüyor. Çünkü zamanın algılanış biçimi, hem dikkat hem de motivasyon üzerinde etkili. Eğer sporcular için rekabet bile zamanı hızlandıramıyorsa, dikkatlerini sürdürmek için farklı stratejiler geliştirmeleri gerekebilir.
Uzmanlara göre bu durum, elit sporcuların antrenman planlamasında da kritik bir unsur. Örneğin Michael Phelps gibi isimler, yarışlarını zihinsel olarak prova ederken zamanlamalarını kas hafızasına oturtmaya çalışıyor. Milisaniyelik farkların belirleyici olduğu yarışlarda, bir dönüşü birkaç saniye erken yapmak rekoru kaçırmak anlamına gelebiliyor. Bilim insanları araştırmayı şu cümleyle özetliyor:
“Egzersiz sırasında dış uyaranların, yoğunluğun ve sürenin zaman algısındaki rolünü anlamak için daha fazla çalışma yapılmalı. Çünkü tüm bu faktörler, fiziksel aktivitelerde doğru zamanlama ve performans için belirleyici.”